Merhaba,
Aradan bir süre geçti ve ben bu süre içerisinde herhangi bir yazı yazmadım. Planladığım yazıların fikirleri dururken ben akıp giden hayat ile bir süre kendime vakit ayırdım. Aslında bu ayırdığım vakit blog sitemden ayrılmak için değildi, ancak dolaylı yoldan yazılarımada bir ara verdim.
Ancak bu süreç içerisinde yeni ve gelişmiş fikirlerim oluştu. Bir süredir yazmamanın olumlu sayabileceğim tek faydası bu sanırsam.
Elbette kendime ayırdığım bu vakit içerisinde yeni hobiler de edinmiş oldum, örneğin bir rubik küpü çözmek. Eskiden izleyip yarım bıraktığım bir diziye başlamak gibi. Animelerden bir süre uzaklaşmış oldum, bir süre için bu durumda kalmayı planlıyorum. Sanırım hayatımın yeni bir düzene giriş süreci oluyor bu ki böyle değişimler söz konusu.
Elimden geldiğince bu düzeni iyice toparlayıp yazılarıma kaldığım yerden devam etmeyi düşünüyorum şahsen. Ancak yeni yazım ne zaman gelir benim bile şu an için bir düşüncem yok.
Kendinize iyi bakın.
14 Mayıs 2015 Perşembe
18 Mart 2015 Çarşamba
Odalardan Ses
En sevdiğim faaliyetlerden birinin yürüyüş olması hayatıma birçok etkide bulundu. Hali hazırda birçok düşünceye sahip olan ben için daha geniş bir düşünme süresi sunumu bunların başında geliyor. Aklımda olan iyi veya kötü birçok fikrin birbiri ile sentezi çoğunlukla bu yürüyüş faaliyeti adı verdiğim zaman dilimi içerisinde gerçekleşiyor.
Aklımda birçok düşüncenin bulunması gerçekten birşeye mi işaret bilmiyorum ancak bunu umursuyorda değilim, işaretlerin gelecek ile ilgili olması henüz yaşanmadığı anlamına geliyor ve bu bir problem değil. Geçmişi bilip yola devam etmek ve gelecek için elden geldiğince tahminde bulunmak kimi zaman yeterli. Bir kader inancına ve buna bağlı dini görüşler ile ilgim olmadığı için bu hayat tarzını kendi kendime geliştirmek çok daha verimli sonuçlar elde etmeme neden oldu.
Ütopyanın dışında inanç ütopyaları bir süre sonra ateizm, deizm ve agnostiklik gibi düşünceler ile sentezlenince ve bu senteze yanlış veriler girdiğinde yavaş yavaş distopya oluşmaya başlar. Bakın, ütopya bir distopyaya dönüşmez, direkt olarak bir distopya oluşur. Çünkü inanç ütopyalarında temel gaye mevcut hayatın iyi geçirilip sonraki hayata hazırlık, düzen ve tertip konularının düzenlenmesi, bir sıra halinde işlenmesidir.
Bir gece sokak ve sokağın dilinden sisteme sürrealist tepkim. |
Kimi zaman düşünmüyor değilim, sen neden ateistsin? veya ölümden sonra bir hiç olacağına inanmaktan korkmuyor musun? gibi sorular acaba ne zaman son bulacak? bir hikaye kitabınındaki giriş gelişme sonuç gibi hayatta belli bölümlerden ibaret. Siz hayatınızı tamamladığınızda elbette yok olacaksınız, bunu kabullenmek zor mu peki? bazı kişiler için oldukça zor görünüyor ki böyle sorular türemiş. İnsanları anlamak çokta zor olmuyor bu tarz sorular sorulduğunda. Çünkü inanç mekanizması ona bu algoritmayı sunmuş. Belirli filtreleme işlemleri yapabilen çelişkili bir algoritma. Ancak inançlı kişi bu algoritma ile son derece mutlu ve tertipli, nizam içinde yaşıyor olmalı ki çok azı dönüpte bu algoritmayı sorguluyor.
İşin komik yanı ise bu kişilerin sosyal hayatta, önemli iş kurumlarında, önemli görevlerde bulunurken işlerine son derece doğal olarak inançlarını yansıtmaları. İnanç beraberinde umut gibi şeyleri getirir, geleceğe yönelik dualar ve geçmişten alınan bilgiler ile geleceğe yollanan duygular anlık olarak yaşanmaz ve bu nedenle birçok inançlı aslında kendi kendine bir ütopya kurmuş olur, ki bana sorarsanız bütün inançlı kişiler kendi içlerinde ütopyalar kurmuş kişilerdir.
Onların bu ütopyaları bozulmamalıdır, hani derler ya Amerikan rüyası! işte bu onun gibi birşey.
Merkezi şehrin tam kalbinde, bir fikir ve işkence ritüeli. |
Ütopyanın korunması fikri ise hep olmasına rağmen, herkes kendi ütopyasını kendi içinde yaşadığından birlikte sağlanamaz, distopya yavaş yavaş oluşumunu tamamlarken kimsenin kaçabilecek bir yeri kalmadığında distopya oluşmuş olur. Artık ütopik kavramlar yerini antitezlere, düzenlilik ve düzensizliğe adeta bir düzensizlik nizamının oluşumuna bırakır. Düzensizlik nizamı hakkında kısa süre içerisinde bir yazı yazmayı planlıyorum, bu yazının devamı niteliği taşımasını planlamaktayım.
Yürüyüş hakkında açtığım konunun bu denli metafiziğe bağlanması, işin içine ütopya ve distopyanın girmesi benim yazılarımda son derece normal bir durum aslında. Kendi yazılarımda da özellikle tekrar ettiğim konulara bakıyorum, inceliyorum; bunlar son derece önemli dediğim kısımlar hakkında daha fazla yazı yazıyorum ve tam bir bütüne, ince detaylardan ulaşmaya çalışıyorum. Aksini düşünmem mümkün bile değil, çünkü yazma biçimim bu şekilde.
Yazılarımda yürüyüşün sembolik olduğunu düşünebilirsiniz, nitekim bunun somutluğunuda unutmamalısınız. Yürüyüş ve sembolizm hayatın gerçeklerine ulaşmanın bir yolu, tıpkı bir insanın dünyaya gelebilmesi için iki insanın beraber olması gibi, Su içmek için bardağın desteğinin alınması gibi, veya elin. Diyalektik hakkında da birçok yazı yazmayı planlamıyor değilim doğrusu, sembolizmin burjuvazi hayata diyalektik yansımasını ele almayı ve bunu sayfalarca betimlemeyi büyük bir keyif ile bekliyorum, ancak öncelikle yazmam gereken ve bu konuların temelleri niteliğinde gördüğüm farklı konular var.
Bir yazımın daha sonuna geldim, bir başka yazımda görüşmek üzere.
16 Mart 2015 Pazartesi
Daima Genç: Müzik
-Alphaville, 1980 Yıllarda popüler olan bir Alman müzik topluluğu. |
Birkaç gün önce canımın sıkıldığı bir akşam, YouTube üzerinden birkaç müzik dinlemek için arama bölümüne çeşitli müzik isimleri yazarken aklıma Alphaville'nin çok sevdiğim bir parçası olan Big in Japan geldi. Elbette bunu aradığımda amacım bu şarkıyı dinlemekti sadece, ancak arama sonuçları beni daha farklı bir videosuna götürdü Alphaville'nin. Bu video 2013 yılında Moskova'da Discoteka 80 isimli bir etkinlikte çekilmiş anladığım kadarı ile.
Bu video ile Alphaville'nin Forever Young isimli parçası ile tanıştım, ve adeta şarkı ile bütünleştim. Tekrarlarca kez dinledim ve bu parça hakkında daha fazla bilgi edinmek istedim. Bu konuda internetten aldığım bilgiler ise şu yönde:
"Bu parça yani Forever Young, Alphaville'nin Diskografisindeki ilk albümünde adı. Bu albüm 1984 yılında çıkmış. Albümün içindeki Big in Japan isimli parça oldukça ünlü olmasını sağlamış grubun."
Grubun Big in Japan isimli parçası ve Forever Young isimli parçasının 1984 yılındaki konserinin videosu:
Grubun 2013 yılındaki konserinde Big in Japan isimli parçası ve Forever Young isimli parçası:
Elbette Forever Young parçasını dinlerken son derece duygulandırdı beni, bunun sebebi ise Forever Young'un daima genç anlamına gelmesi, bu parçanın 1984 yılında söylenirken ve 2013 yılında söylenirken ki yaşları. Daima genliği arzulayan bu parça ile günümüzdeki söylenişi, gerçekten duygulandırdı beni. Aslında bu duruma sevinmiştim çünkü uzun bir süredir bir parça beni bu kadar duygulandırmamıştı.
Bu arada grup hakkında biraz daha bilgi vereyim, grubun diskografisi;
- Forever Young - 1984
- Afternoons in Utopia - 1986
- The Breathtaking Blue - 1989
- Prostitute - 1994
- Salvation - 1997
- CrazyShow - 2003
- Catching Rays on Giant - 2010
Başka bir yazımda görüşmek üzere,
10 Mart 2015 Salı
Yağmurdan İnsanlar
İnsanlara kendi doğrularımı kanıtlama derdinde değilim, ben kendi doğrularım olarak kabul ettiğim şeyleri zaten bilim ile değil felsefe ile ilişkilendirmeyi tercih ediyorum. Bilim adına ise belirli kaynakları işaret edip, kendi bilgim ile yorumlama yaparak bunu felsefe kalıbına dönüştürmeyi tercih ediyorum. Yüzüne düşen her yağmur tanesinde biraz daha serinlersinde ıslanmaktan sıkılmazsın. İşte bu önün gibi birşey aslında. Müzik dinlemek huzur verirken aslında huzur ile ilginin olmadığını anlaman gibi birşey bu. Huzurun anlamını arar iken yeni arayışlar ile kişiliğinde değişiklikler yapmak gibi birşey bu.
Rahatlığın ve özgürlüğün anlaşılmadan önceki aşamasındayız, ayağımız uçurumun altınıda görüyor gerisinide. Ayaklar görmez demeyin, gözlerinin göremediği onca şeyin bedelini çekenler olarak ayaklarında görmeye hakkı var, kulaklarında görmeye hakkı var. Elbet var ancak mümkün mü bu? diyorsun öyle değil mi. Hoş, böyle birşey hakkında konuşmak bile mantıklı değilken hakkında onlarca sayfa yazı yazabilirim. Bu benim mantıksız yazdığımı mı kanıtlar? belkide çok fazla yazarak kendim rahatlıyorumdur. Yazmamın birçok nedeni var, birçok yardımcısı var. Birçok anlamı var ve ben bunlara bakarak mı yazı yazıyorum? çok fazla soru sormadım emin olun, hayata karşı yıllar içinde sorduğum soruların yanında bunlar yağmur manzarasındaki yağmur damlaları.
Yağmuru bu kadar suçlamayın, yağmurun yağması ile sizin bilinciniz arasında ince ama güçlü bir bağ var. Ben bunu söyleyene kadar böyle birşey düşündünüz veye düşünmediniz. Bunu bilemem, ancak bunu neye dayanarak söylediğimi belirttiğimde belki sizde geçmişinize dönük benzer sorgulama mantıkları göreceksiniz. Bilmiyorum, sizlerin hayata bakış açısı nasıl bir yönde, ancak benim hayata bakış açım metafiziksel hiçbir varlığın olmadığı yönünde, bu görüşün hayat felsefenizden yazdığınız yazıya kadar heryerde esintisi karşınıza çıkıyor.
Şimdi, neye dayanarak yağmur yağışı ile insanların bilinçlerini ilişkilendiriyorum biraz bundan bahsedeyim. Sizin, siz olduğunuzu anlamanız için bilince ihtiyacınız var, işin bilimsel dayanaklarına herhangi bir giriş yapmayacağım, bilimsel olarak değil felsefi olarak irdelediğim bir konu çünkü bu. Bilinciniz olduğu sürece bu dünyada varsınız, beyniniz size bilincinizi sağlıyor ve öldüğünüzde elbette vücudunuz ile beyninizin size sağladığı bilinç yok oluyor. Bu nedenle benim görüşümde ölümden sonra ve önce bir yaşam söz konusu değil elbette. Bilinciniz olduğu sürece bu dünyada varsınızdır, bir yağmurda yağdığı sürece onu görebilmemizi sağlar. Elbette yağmurun kasti bir sağlama eyleminde bulunmadığının farkındayım, öyle bir iddiada bulunsaydım bu blogda metafiziksel birçok yazı yazardım, metafiziği destekler nitelikte. Ancak metafiziği reddeden biri olarak yağmurun görmemiz için yağmasa bile yağdığı sürece görebildiğimiz bir gerçek. Bilincimizde beyinsel fonksiyonlarımız yerinde olduğu sürece bizim var olduğumuzu hatılatır bize. Bilincin oluşum süreci yağmurdan çok mu farklı? felsefi açıdan çokta farklı olduğunu söylemem. Bir diyalektik ilke dönüyor ki yağmur sentezini görüyoruz, bir cinsel ilişki oluyor ki (bunu diyalektikten ayrı tutmuyorum) bir bebek, yani insan yavrusu olarak tabir edebileceğimiz canlıyı (sentezi) görüyoruz. Bu yazıda sentez ile belirmek istediğim tamamen felsefi anlam niteliği taşımaktadır. Maddi bir anlam aramayın, metafiziksel bir anlamda aramayın ancak edebi kurgularda metafiziği kullanırım.
Yağmurun oluşumu bir sentez, bebeğin yani insanın yani bir bilincin oluşumu bir sentez. Yağmurun yağması ise insanın yaşaması ile ilişkilendirilebilir. Ancak bu konuya tamamen bunu sorguladığım bir yazıda girmek istiyorum. Şahsen yağmur ve insan ilişkisini çok daha detaylı işlemek istememe rağmen aklıma yazılacak o kadar çok yazı konusu var ki; bu gerçekten beni mutlu ediyor. Konuların bitişi bilincin bitişi ile doğru orantıda olduğunda bunu çok hoş karşılamak mümkün müdür? bu da başka bir tartışma konusu, ancak ölüm hakkındaki görüşlerimi ayrı bir yazı ile belirtmeyi tercih ederim.
Bir yazımın daha sonuna geldik, başka bir yazımda görüşmek üzere.
7 Mart 2015 Cumartesi
Hayatta bir gezinti: Sokaklardan Mutluluk
İnsanların çoğunlukla yaptığı şeyler arasında gezmek ve bu geziye bir güzellik katmak bulunuyor, en azından gözlemlerim bana bunu söylüyor. Burada güzellik katmak tamamen kişiden kişiye değişiyor, yani bir kişi gezip sonra kahvesini yudumlarken hayatın akışınıda izleyebilir, sadece gezisini bitirip dinlenmeyede koyulabilir, tamamen kişisel.
Bu yazımda kullandığım insanlar ve sistem ile ilgili resimlere Şu linkten ulaşabilirsiniz. Oldukça anlamlı bulduğum resimler gerçekten.
Bu yazım biraz resim yorumlaması ile biraz felsefe ile, biraz sokaklardan bahsederek oluşturduğum bir yazı.
İnsanlardan birşey satın almak istediğinizde onların gözlerinin içine bakıyorsunuz ve bunu istiyorum, evet diyorsunuz. Satıcı ile birşey anlaşıp bu anlaşmanın ilkelerine göre ilerliyor ve ufak bir stratejik oyun oynuyorsunuz. Oyununuzun sonunda ufak bir zindanda uyanabilir yada hiç uyanamayabilirsiniz. Farkındasınız ve bunlarla ilgili devamlılık sizin için önemli, devamı gelmeli. Benim için birçok çarşıda geçerli bir kuraldır bu. Stateji izle, ve satın al. Aksi taktirde siz bir stratejinin kurbanı olabiliyorsunuz. Bunlar konusunda dikkatli olmak gerek.
Uyanıyorum, rüyamda 8 tane kuş bana eşlik ediyor dağlara doğru yolculuğumda. Beyaz ağaçlar etrafımı sarıyor, rüyalar ve gerçeklik, temiz bir hava ciğerlerime doluyor, mutluyum, mutluluk konusunda yeni şeyler öğreniyorum. Düşünüyorum, bir insan için mutluluğu öğrenmek gerçekten önemli, çünkü hayatta en az bilgi sahibi olduğumuz şeyler bazen en çok yaptığımız şeyler oluyor, bunların başında mutlulukta var. Mutlu olmak konusunda ne biliyoruz? mutluluğu maddiyat ve maneviyat yollarında arayan insanlık tarihi çok daha fazlasını denemiş ve bunlar kültürlerimize yansımış, hayat ne kadar mutlu olunması gerektiğini göstermiyor, bu bir koşul ve olmalı. Yani teknik açıdan sizin bir evinizinde olması gerekmiyor, ama yaşamanız gereken bir yer olmalı. Evler bu nedenle barınma ihtiyacımızı karşılıyor. Onlar bir araç, barınma eyleminde yardımcı araçlar. İşte insanlıkta mutluluk konusunda benzerlerini uygulamış. Araçlar aramış tarihten tarihe. Çeşitli bitkilerden tutun çeşitli danslara, çeşitli araçlardan tutun telefon ve bilgisayarlara. Yakın tarihimizde gelişen birçok teknolojik üründe aslında mutluluğun araçlarından bir tanesi iken şunu düşünüyor insan, peki mutluluk gerçek açıdan nasıl incelenmeli?
Mutluluk incelenmeli çünkü yokluğu ile varlığı arasındaki farkı insan hayatına vurduğumuzda; insanın en temel ihtiyaçlarından biri olduğunu düşünebiliyoruz. Ancak mutluluk aslında çeşitli araçlar tarafından yapılan eylemin sonucuna yüklenen bir anlam mı sadece? mutluluk nerede aranmalı ve nasıl bulunmalı? bu sorular oldukça önemli ve düşünce tarihinin ağaç dallarında söz sahibi sorulara dönüşüyor.
Bu sorular günümüz dünyasında, modern olarak adlandırdığımız dünya tarihinde ise biraz farklı yorumlanmış;
Mutluluk erişilebilir olmalı, herkes alabilmeli ancak bedeli ile. Böyle bir fikri kim ve hangi sistem üretebilir? son derece basit bir cevap aslında. Bütün sistemler, varolan bütün sistemlerin genel olarak isteyeceği şey budur. Bu hale gelmiş dünyada artık daha farklı bir sistemin yolu düşünülmez olmuş durumda. Ancak ben bu sistemi desteklediğimi belirtmiyorum, ben bu sistemin birey mutluluğu ile toplum mutluluğunu nasıl önemsediğini ve hangi çalışmalarda bulunduğunu ayrı bir yazı ile yayınlamayı düşünüyorum şahsen.
Sosyal medya aslında temel amacında oldukça faydalı bir oluşum ve topluluğu barındırıyor. Benim eleştirim sosyal medyaya değil bu yüzden. Benim eleştirim bu sosyal oluşumu farklı amaçlar ile kullananlarada değil, ego için kullananlarada değil. Çünkü bu davranışlarının temellerinde daha temel bir davranış olan mutluluk ve tatmin gibi haz durumları yatıyor. Bunun ardında bambaşka bir sektör var. Bu sektörlerin başında sinema gelmekte ki bu sinema sektörü hakkında oldukça detaylı bir yazı yazmayıda planlamıyor değilim. İşin özünde eleştirdiğim şey işin en önünde görünmesine karşın arka planda işlem yapan, dokuma yapan sektörlerdir.
Bu kadar mutluluktan bahsettikten sonra mutsuzluktanda biraz bahsetmek gerekir sanırım, mutsuzluk en basit tanımı ile mutluluğun olmaması oluyor ki zaten bu temel mantık ile anlaşılabilen bir durum. Ancak bir toplumdaki her bir bireyin mutluluk biçimlerini tam olarak mantıkla açıklamaya çalışırsanız sizin mantığınız onların koşulları karşısında nesnel olamaz, mutluluk gibi bir konuda zaten nesnellikten bahsetmek nadir kısımlarda gerçekleştirebildiğimiz bir eylem. Bunun dışında mutsuz bireyi tanımlarsak sistemin istediği gibi olan bireydir. Tek tip birey! Tıpkı bir çocuk oyuncakları satan mağazadaki bir rafta duran oyuncak sürüsü gibi. Her biri aynı, aynı yer tarafından aynı amaç için ve aynı değerde üretilmiş bir seriden ibaret. Daha fazlasını kim bekleyebilirdi?
Elbette bu kadar mutluluk, mutsuzluk, ve sistem dediğimize göre bunların merkez işlemcisine yani bankalarada bakmak gerekiyor. Maddi bir toplumda yani maddiyatı temel almış, serbest ekonomide işleyen bir toplumda bireyleri kontrol altına aldıktan sonra, tek tip bir hale getirdikten sonra ve sadece sizin seçtiğiniz mutluluk yollarını belirledikten sonra başlangıç komutu için paraya ihtiyacınız vardır. Ayrıca bu öyle bir komuttur ki kişi bunun sayesinde mutlu olacağını düşündüğü için küçüklüğünden itibaren bunun için kendini eğitir ve bunu kazanmaya başlar, daha fazlası için kademe arttırmaya çalışırkende bunun hayali içindedir: Daha fazla para! daha fazla para kazandıktan sonra ise ömrünün büyük bir çoğunlu gitmiş ise artık hastanelerde harcayacaktır bu parayı ve bütün hikaye sona erdi, para sisteme geri karışıp gider. Üstelik sistemi kuran ve düzenleyen olarak sizin buna müdale etmenize gerek bile yoktur.
Bireylere bu kadar para verdikten sonra, onları bunun için çalıştırıp ödüllendirdikten sonra elbette bu parayı harcayabilecekleri alanlarıda siz belirleyeceksiniz. Bu belirlediğiniz şey az olursa kontrolü kolay olur, evlerinde daima bulunabilecek birşey olursa çabuk yayılır, başından kalkamayacakları bir düzende işler ise çok mutlu hisseder bireyleriniz kendisini. Elbette televizyondan bahsetmekteyim, siyah kutu. Kontrol kutusu veya insanlık tarihinin kara kutusu.
Elbette televizyon ekledikten sonra sisteminiz oldukça verim kazandı, ancak bu kadar sanal özgürlüğün yanında maddi eklentilerinizin güncellenmesi önemli, işte burada devreye sözleşmeler geliyor. Sisteminizin zincileri, öyle zincirler ki bireyinizin bütün hayat enerjisini emiyor ancak öyle bir sisteminiz var ki buna rağmen borçlarını ödemesi için çalışmaya devam ediyor, sistemden ayrılamaz çünkü o bu nizamın bir parçası.
Bu yazımda kullandığım insanlar ve sistem ile ilgili resimlere Şu linkten ulaşabilirsiniz. Oldukça anlamlı bulduğum resimler gerçekten.
Bu yazım biraz resim yorumlaması ile biraz felsefe ile, biraz sokaklardan bahsederek oluşturduğum bir yazı.
İnsanlardan birşey satın almak istediğinizde onların gözlerinin içine bakıyorsunuz ve bunu istiyorum, evet diyorsunuz. Satıcı ile birşey anlaşıp bu anlaşmanın ilkelerine göre ilerliyor ve ufak bir stratejik oyun oynuyorsunuz. Oyununuzun sonunda ufak bir zindanda uyanabilir yada hiç uyanamayabilirsiniz. Farkındasınız ve bunlarla ilgili devamlılık sizin için önemli, devamı gelmeli. Benim için birçok çarşıda geçerli bir kuraldır bu. Stateji izle, ve satın al. Aksi taktirde siz bir stratejinin kurbanı olabiliyorsunuz. Bunlar konusunda dikkatli olmak gerek.
Uyanıyorum, rüyamda 8 tane kuş bana eşlik ediyor dağlara doğru yolculuğumda. Beyaz ağaçlar etrafımı sarıyor, rüyalar ve gerçeklik, temiz bir hava ciğerlerime doluyor, mutluyum, mutluluk konusunda yeni şeyler öğreniyorum. Düşünüyorum, bir insan için mutluluğu öğrenmek gerçekten önemli, çünkü hayatta en az bilgi sahibi olduğumuz şeyler bazen en çok yaptığımız şeyler oluyor, bunların başında mutlulukta var. Mutlu olmak konusunda ne biliyoruz? mutluluğu maddiyat ve maneviyat yollarında arayan insanlık tarihi çok daha fazlasını denemiş ve bunlar kültürlerimize yansımış, hayat ne kadar mutlu olunması gerektiğini göstermiyor, bu bir koşul ve olmalı. Yani teknik açıdan sizin bir evinizinde olması gerekmiyor, ama yaşamanız gereken bir yer olmalı. Evler bu nedenle barınma ihtiyacımızı karşılıyor. Onlar bir araç, barınma eyleminde yardımcı araçlar. İşte insanlıkta mutluluk konusunda benzerlerini uygulamış. Araçlar aramış tarihten tarihe. Çeşitli bitkilerden tutun çeşitli danslara, çeşitli araçlardan tutun telefon ve bilgisayarlara. Yakın tarihimizde gelişen birçok teknolojik üründe aslında mutluluğun araçlarından bir tanesi iken şunu düşünüyor insan, peki mutluluk gerçek açıdan nasıl incelenmeli?
Mutluluk incelenmeli çünkü yokluğu ile varlığı arasındaki farkı insan hayatına vurduğumuzda; insanın en temel ihtiyaçlarından biri olduğunu düşünebiliyoruz. Ancak mutluluk aslında çeşitli araçlar tarafından yapılan eylemin sonucuna yüklenen bir anlam mı sadece? mutluluk nerede aranmalı ve nasıl bulunmalı? bu sorular oldukça önemli ve düşünce tarihinin ağaç dallarında söz sahibi sorulara dönüşüyor.
Bu sorular günümüz dünyasında, modern olarak adlandırdığımız dünya tarihinde ise biraz farklı yorumlanmış;
-Maddi toplumun temelinde maddiyata indirgenmiş mutluluk. |
Mutluluğa ulaşmanın kişisel yollarından biride egonun tatmin edilmesidir. Ego tatminini çıkarcı yollar ile fayda amacı güden bir şekilde gerçekleştirmek modern dünyanın en popüler davranışlarından biri haline gelmiş durumda.
-Sosyal medya ve ego. |
-Her birey nizam içinde hazır. |
-Mutluluğa farklı bir bakış; Para! |
-Sistemin mutluluk ağacı. |
-Sınırlar sınırsızlığı belirler kimi zaman. |
-İnsanların makine gibi çalışıyor, dolduruluyor. |
Artık öyle bir sisteminiz var ki elinizde, insanlar size bağlı, televizyonlarınız ile ev hayatlarına kadar iniyorsunuz ve sözleşmeleriniz ile hayatlarının sonuna kadar yanlarından ayrılmıyorsunuz, mutsuz olup dibe bile batsalar gökyüzünde onlara gösterdiğiniz resim onları mutluluğa doğru azimle çalıştırıyor.
Mutluluk hakkında bu kadar bahsettikten sonra belki merak etmişsinizdir, mutluluğu sokaklar ile nasıl bağlayacağımı. Mutluluğun sistemdeki işleyiş biçimine basit bir şekilde değindim, sistemde mutluluk bu ve benzeri bir rotada gelişim izliyor, gelişimden kastım ise daha iyi olmak değil daha çok yayılmak. Ancak sistem için yayılmak gelişmek oluyor bir bakıma.
Sokaklar, daha önceki yazımda ve daha sonraki yazılarımda sık sık bahsedeceğim gibi, benim yürüyüş keyfimin mekanları oluyorlar. Bir çok sokak gezdim şimdiye kadar, zengin evlerin bulunduğu, yoksul evlerin bulunduğu, ve her ikisininde bulunduğu sokaklar. Sırf bu nedenle ile sokakların yürüyüşümdeki etkisi çok büyüktür. Geleceğe yönelik hayallerimi bu mekanlarda kurarım. Ve heryerde sokaklar olduğuna göre geleceğe yönelik hayallerimi iyi besliyorum demek oluyor bu.
Ancak yürüyüşünde bu kadar sokak gören birinin bahsedebileceği konular sadece bunlar değil, sokaklarda yüzlerce insan görüyorsunuz farklı düşünce, farklı inanç ve farklı hayat şekillerinde. Buna ek olarak aynı sistemde bulunduklarından bu insanların mutluluk gayesini anlamanız çok zor olmuyor. Bunu elde edemeyende bir çok insan gördüm sokaklarda. Onların düştüğü haller, yaratılmaya çalışan kimyasal mutluluklar ve daha fazlası.
Sokakları edebi olarak anlatacak olsaydım şu cümleyi yazardım; "Konuşamayan ancak insanları konuşmak için bir araç olarak kullanılan mekanlar." insanlar sokakların dilinden konuşur sokaklarda. Buna sık rastlarsınız, içinde bulunduğunuz sokağın ekonomik gelir düzeyi skalasındaki yeri oradaki insanların konuşma şeklinden sokağın sorunlarını dile getirir.
Sokaklarda vaziyet bu şekilde iken mutluluğun arandığı yerlerde var elbette, birçok insan umutsuzca elinde bir sigara, belkide bir kitap ile yürüyüşüne koyulmuş biryerlere doğru gidiyorlar. Bazen öyle olur, biryerlere gidersiniz ama neresi olduğu vardığınızı düşündüğünüz yerde ortaya çıkar.
Sokaklar ülkeden ülkeye değişir ancak aradığınız belirli bir standartı sunan sokak sizin için ayrı bir ülke gibidir. Öyle ki zaten her bir sokak ayrı bir ülkeye benzer; benzerlik ve benzetme arasındaki ilişkiyi nasıl kurduğunuza da bağlı tabi bu durum.
Mutluluk hakkında bu kadar bahsettikten sonra belki merak etmişsinizdir, mutluluğu sokaklar ile nasıl bağlayacağımı. Mutluluğun sistemdeki işleyiş biçimine basit bir şekilde değindim, sistemde mutluluk bu ve benzeri bir rotada gelişim izliyor, gelişimden kastım ise daha iyi olmak değil daha çok yayılmak. Ancak sistem için yayılmak gelişmek oluyor bir bakıma.
Sokaklar, daha önceki yazımda ve daha sonraki yazılarımda sık sık bahsedeceğim gibi, benim yürüyüş keyfimin mekanları oluyorlar. Bir çok sokak gezdim şimdiye kadar, zengin evlerin bulunduğu, yoksul evlerin bulunduğu, ve her ikisininde bulunduğu sokaklar. Sırf bu nedenle ile sokakların yürüyüşümdeki etkisi çok büyüktür. Geleceğe yönelik hayallerimi bu mekanlarda kurarım. Ve heryerde sokaklar olduğuna göre geleceğe yönelik hayallerimi iyi besliyorum demek oluyor bu.
Ancak yürüyüşünde bu kadar sokak gören birinin bahsedebileceği konular sadece bunlar değil, sokaklarda yüzlerce insan görüyorsunuz farklı düşünce, farklı inanç ve farklı hayat şekillerinde. Buna ek olarak aynı sistemde bulunduklarından bu insanların mutluluk gayesini anlamanız çok zor olmuyor. Bunu elde edemeyende bir çok insan gördüm sokaklarda. Onların düştüğü haller, yaratılmaya çalışan kimyasal mutluluklar ve daha fazlası.
Sokakları edebi olarak anlatacak olsaydım şu cümleyi yazardım; "Konuşamayan ancak insanları konuşmak için bir araç olarak kullanılan mekanlar." insanlar sokakların dilinden konuşur sokaklarda. Buna sık rastlarsınız, içinde bulunduğunuz sokağın ekonomik gelir düzeyi skalasındaki yeri oradaki insanların konuşma şeklinden sokağın sorunlarını dile getirir.
Sokaklarda vaziyet bu şekilde iken mutluluğun arandığı yerlerde var elbette, birçok insan umutsuzca elinde bir sigara, belkide bir kitap ile yürüyüşüne koyulmuş biryerlere doğru gidiyorlar. Bazen öyle olur, biryerlere gidersiniz ama neresi olduğu vardığınızı düşündüğünüz yerde ortaya çıkar.
Sokaklar; rahatlamak ve biraz daha ötesi. |
Bir yazımın daha sonuna geldim, açıkcası yazmak beni rahatlatıyor, yazmak istediklerimi yazmak son derece hoş ve güzel bir eylem. Sizlerede tavsiye ediyorum, sizlerde yazın, rahatlayın.
Bir başka yazımda görüşmek üzere.
25 Şubat 2015 Çarşamba
RPG ve Hayat: Sentez
Merhaba arkadaşlar,
Hayatı sorgulamaya iten birçok faktör var insanı. Ancak bu sorgulamalar içerisinde anlam elde etmeye çalışmaktan çok gereksiz hayat söylemleri duyulur sıklıkla. En azından insanlarda sık rastladığım bir söylem olduğunu belirtebilirim.
İnsanlar hayatın anlamsız, bir hiçlik kurgusu olduğunu dile getirebiliyorlar, elbette bunu kendi argümanları ile destekleyen birçok insanda mevcut. Ancak bu olaya bakış açısı ile ilgili olabildiği gibi bu bakış açısıda farklı görüşlerden büyük ölçüde beslenmektedir. Yani, bir müslüman kişinin hayata bakış açısı ile bir hristiyanın hayata bakış açısı farklı olabilmektedir ki buna ateist bir kişiyide eklediğimizde çok farklı üç kişinin hayat felsefesini görebilmemiz mümkündür.
Bir ateist olarak hayata karşı bakışım hayatın gereksiz olmadığı yönünde, bugün burada olmanın bir nedeni var diyorum sık sık kendime. Bu bir devamlılık düzeni ve bu devamlılıkta devam edip devamlılığı sağlamak gerek diyorum kendi kendime. Özellikle bunu söylediğim zamanlarda hayata karşı tutumumunda son derece olumlu olması yönünde düşünüyorum. Hayata karşı olan tutum olumlu olmalı mı olmamalı mı bu kişinin seçimi. Ben sadece fikir beyanında bulunan bir kişiyim.
Birçok kişi inançsız insanlar için hayattan ne bekliyorsun? veya hayatının sonunun bir hiçlik ile sonuçlanacağını biliyorsun, o zaman neden yaşıyorsun? veya neden buna dayanarak kötülükler yapmıyorsun? gibi söylemlerde bulunabilir. Buna karşı olan cevabım ise ahlak bilgisinin ve bireysel ahlakın sadece din ile oluşmadığı, edinilmediği yönündedir. Ayrıca öleceğini bilerek yaşamak son derece normal birşey, sonunda hiçlik var diye çabalamamak veya hemen pes etmek bana göre tamamen gereksiz bir gaye.
Ayrıca hayatın sonundaki ölümün ardında bir hiçliğin bulunduğunu düşünen bir insanın yaşama daha sıkı bir şekilde tutunması gerektiğinide düşünmekteyim şahsen. Hayatın içindeki ufak detaylar ile mutlu olmak ve bu mutluluğu geleceğe yönelik hayaller ile pekiştirmek bana göre hayatın anlamı oluyor.
Hayatı sorgulayan insanlar için en önemli şeylerden biri burada olmayı, bu dünyaya gelmeyi kendilerinin seçmediği düşüncesidir ve bu düşünceye ekledikleri şeylerden biride eşitsizlik ve adeletsizliktir. Ancak anlaşılmayan şeylerden de biridir bu eşitlik ve adelet kavramı. İnsanların sandığı birşeydir ki; dünyada herkes mutlu yaşar, eşit yargılanır v.b durumlar. Ne yazık ki sistem öyle işlemiyor, ne tesadüf ki bu sisteminde kurucusu bizzat insan oluyor. İnsan kurgusu olan, kurulumu ardındaki canlı insan olan bu düzende elbette hatalar, sorunlar ve eşitsizlik bolca bulunacaktır çünkü bu sistemin kuruluş amacı paranın sosyal bir kullanım aracı haline getirilmesidir. Yani kurulan sistem nizam için değil amacının dışında paranın kullanımı, kurgusu için devamlılık sağlaması yapılmıştır.
İnsanlar para kazanmak için okuyor, para kazanıyor, bir hayat kuruyor ve sistemin onlara sunduğu ideal birey paketlerinden birini seçip onu yaşıyorlar. Seçtikleri, giydikleri, parayı aldıkları şey sistem ve seçimlerin sonucunu belirleyen, giyecekleri kıyafetleri belirleyen, paranın verim şeklini ve alım şeklini belirleyende sistem. Yani buna bakarak diyebileceğim şudur ki; kişi aslında kendisini üçüncü şahsın gözünden izleyen bir hayatı yaşıyor. Tamamen sistem kontrolü altında düzenli ve nizamlı bir hayat yaşadığı için mutlu iken bunun içinde sorgulamaya veya kazan kaldırmaya bir izin yok.
Hayat bütün bunların dahilinde; sistem kesinlikle bir rol yapma oyununa yani rpg'ye benziyor. Kurallar önceden konulmuş, görevleri belli, güncellemeleri sık sık ve görevlileri bol bol. İtemleri çok fazla çeşitte ve yöneticiler birçok itemlere sahip. Çok itemi olanların hesapları kapanabiliyor ve bunu kimse farketmiyor bile, ancak kısa süre içinde o hesaptaki itemler piyasaya düşmüş oluyor, ne tesadüf öyle değil mi?
Hayatta bu nedenle sistemin içinde kalmaktan kaçamıyor, hayat sistemin bir alt sayfasında işliyor, yazılıyor ve düzenleniyor; tamamen sistem tarafından.
Bu sözlerim ile yazının sonuna gelmiş bulunmaktayım, bir başka yazımda daha görüşmek üzere.
Hayatı sorgulamaya iten birçok faktör var insanı. Ancak bu sorgulamalar içerisinde anlam elde etmeye çalışmaktan çok gereksiz hayat söylemleri duyulur sıklıkla. En azından insanlarda sık rastladığım bir söylem olduğunu belirtebilirim.
İnsanlar hayatın anlamsız, bir hiçlik kurgusu olduğunu dile getirebiliyorlar, elbette bunu kendi argümanları ile destekleyen birçok insanda mevcut. Ancak bu olaya bakış açısı ile ilgili olabildiği gibi bu bakış açısıda farklı görüşlerden büyük ölçüde beslenmektedir. Yani, bir müslüman kişinin hayata bakış açısı ile bir hristiyanın hayata bakış açısı farklı olabilmektedir ki buna ateist bir kişiyide eklediğimizde çok farklı üç kişinin hayat felsefesini görebilmemiz mümkündür.
Bir ateist olarak hayata karşı bakışım hayatın gereksiz olmadığı yönünde, bugün burada olmanın bir nedeni var diyorum sık sık kendime. Bu bir devamlılık düzeni ve bu devamlılıkta devam edip devamlılığı sağlamak gerek diyorum kendi kendime. Özellikle bunu söylediğim zamanlarda hayata karşı tutumumunda son derece olumlu olması yönünde düşünüyorum. Hayata karşı olan tutum olumlu olmalı mı olmamalı mı bu kişinin seçimi. Ben sadece fikir beyanında bulunan bir kişiyim.
Birçok kişi inançsız insanlar için hayattan ne bekliyorsun? veya hayatının sonunun bir hiçlik ile sonuçlanacağını biliyorsun, o zaman neden yaşıyorsun? veya neden buna dayanarak kötülükler yapmıyorsun? gibi söylemlerde bulunabilir. Buna karşı olan cevabım ise ahlak bilgisinin ve bireysel ahlakın sadece din ile oluşmadığı, edinilmediği yönündedir. Ayrıca öleceğini bilerek yaşamak son derece normal birşey, sonunda hiçlik var diye çabalamamak veya hemen pes etmek bana göre tamamen gereksiz bir gaye.
Ayrıca hayatın sonundaki ölümün ardında bir hiçliğin bulunduğunu düşünen bir insanın yaşama daha sıkı bir şekilde tutunması gerektiğinide düşünmekteyim şahsen. Hayatın içindeki ufak detaylar ile mutlu olmak ve bu mutluluğu geleceğe yönelik hayaller ile pekiştirmek bana göre hayatın anlamı oluyor.
Hayatı sorgulayan insanlar için en önemli şeylerden biri burada olmayı, bu dünyaya gelmeyi kendilerinin seçmediği düşüncesidir ve bu düşünceye ekledikleri şeylerden biride eşitsizlik ve adeletsizliktir. Ancak anlaşılmayan şeylerden de biridir bu eşitlik ve adelet kavramı. İnsanların sandığı birşeydir ki; dünyada herkes mutlu yaşar, eşit yargılanır v.b durumlar. Ne yazık ki sistem öyle işlemiyor, ne tesadüf ki bu sisteminde kurucusu bizzat insan oluyor. İnsan kurgusu olan, kurulumu ardındaki canlı insan olan bu düzende elbette hatalar, sorunlar ve eşitsizlik bolca bulunacaktır çünkü bu sistemin kuruluş amacı paranın sosyal bir kullanım aracı haline getirilmesidir. Yani kurulan sistem nizam için değil amacının dışında paranın kullanımı, kurgusu için devamlılık sağlaması yapılmıştır.
İnsanlar para kazanmak için okuyor, para kazanıyor, bir hayat kuruyor ve sistemin onlara sunduğu ideal birey paketlerinden birini seçip onu yaşıyorlar. Seçtikleri, giydikleri, parayı aldıkları şey sistem ve seçimlerin sonucunu belirleyen, giyecekleri kıyafetleri belirleyen, paranın verim şeklini ve alım şeklini belirleyende sistem. Yani buna bakarak diyebileceğim şudur ki; kişi aslında kendisini üçüncü şahsın gözünden izleyen bir hayatı yaşıyor. Tamamen sistem kontrolü altında düzenli ve nizamlı bir hayat yaşadığı için mutlu iken bunun içinde sorgulamaya veya kazan kaldırmaya bir izin yok.
Hayat bütün bunların dahilinde; sistem kesinlikle bir rol yapma oyununa yani rpg'ye benziyor. Kurallar önceden konulmuş, görevleri belli, güncellemeleri sık sık ve görevlileri bol bol. İtemleri çok fazla çeşitte ve yöneticiler birçok itemlere sahip. Çok itemi olanların hesapları kapanabiliyor ve bunu kimse farketmiyor bile, ancak kısa süre içinde o hesaptaki itemler piyasaya düşmüş oluyor, ne tesadüf öyle değil mi?
Hayatta bu nedenle sistemin içinde kalmaktan kaçamıyor, hayat sistemin bir alt sayfasında işliyor, yazılıyor ve düzenleniyor; tamamen sistem tarafından.
Bu sözlerim ile yazının sonuna gelmiş bulunmaktayım, bir başka yazımda daha görüşmek üzere.
24 Şubat 2015 Salı
Eğitim ve Yürüyüş: DÜZEN
Merhaba arkadaşlar,
Bu yazımda bahsetmek istediğim konu eğitim hayatım ve keyif aldığım şeylerden biri olan yürüyüş üzerine olacak.
Eğitim hayatımdan bahsedeyim öncelikle, lisede eğitim görmekteyim; en azından "eğitim" dedikleri şey içerisinde bulunan bir olarak bunu yorumlamaya hak görmekteyim kendimde.
Mevcut eğitim sisteminin tamamını gereksiz olarak görmekteyim, gördüğüm şey eğitimin gereksizliği değildir; eğitim sisteminin gereksizliğidir. Ancak bunu daha rahat açıklamak için sistem denen kavramdan bahsetmek gerekiyor.
TDK'nın sözlüğünde sistemin tanımı şu şekilde yapılmış;
"Düzen"
Peki düzenin kelime anlamı nedir? sorusuna ise TDK'nın sözlüğü şöyle cevap veriyor:
"Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuş olan durum, uyum, nizam, sistem"
Bu cevaba göre bir eğitim sisteminin var olma nedenlerinden biride eğitimi belli yöntem, ilke veya yasalara göre düzenleme, düzene sokma denilebilir.
Eğitimi düzene sokmak önemlidir çünkü eğitimin şekillendirdiği bireyler toplumda bulunacaktır. Yani topluma (-) bireyler eklenirse toplumdaki (-) miktarıda artacaktır elbette.
Peki yaptığımız bu tanıma uyan bir eğitim sistemi içerisinde miyiz? hiç sanmıyorum. Bireye önem veren, farklı görüşlere saygı gösteren mevcut bu eğitim sistemimiz yok.
Buna en basit örneği okullardaki din dersleri ile vermek mümkün. Din dersinin tam adı: "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" şimdi bu adı inceleyelim isterseniz,
Din Kültürü kelimesine baktığımda gördüğüm şey farklı toplumların kültürleri ile doğmuş, gelişmiş ve büyümüş, bir kültür sentezi niteliğine sahip dinler hakkında bilgi verilmesidir. Yani, Din kültürü ile bahsedilmek istenen şey dinler hakkında eşit ve adil bir yorumlamasız bilgi sunumundan ibarettir.
Ahlak bilgisine gelince, Ahlak kelimesinin TDK'nın sözlüğündeki anlamı şu şekilde: "Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları"
Bu anlama bakarak söyleyebileceğim şey aslında oldukça basit: "TOPLUM"
Birçok insana göre Ahlak tamamı ile "din" tarafından sağlanmış ve desteklenerek gelişmiştir. Bu durumda dini inancı az olan kişide ahlak az ve dini inancı olmayan kişilerde ahlak yoktur. En azından bu insanların fikri bu yönde, ancak din sözcüğünün anlamına baktığımızda işler biraz değişmekte: "Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet"
Din sözcüğünün TDK'nın sözlüğündeki anlamında toplumsal bir kurum olduğundan bahsedilmiş. İlginç olan ise kurum sözcüğünün anlamının bir kısmında "genellikle devletle ilişkisi olan yapı" sözcüklerinin geçmesi. Dinlerin toplumlarla ve doğal olarak devletle ilgisi olması son derece normaldir aslında. Dinlerin çıkış noktasıda baz alındığında aslında toplumun geliştirdiği kültürel sentezler yani dinler doğal olarak toplumun kurallarından (ahlak) etkilenecek ve ekleyecek şeyler alacak ve getirecektir.
Yaptığım bu analizin sonucuna gelecek olursam demek istediğim şudur: Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde bile Ateizm, deizm gibi görüşlerin kötü olduğuna ilişkin cümleler varken nasıl eşitlikten bahsedilebilir? Ahlak gibi en temel sistemlerin bile yer aldığı konuların bulunduğu dersler eşit anlatılmazken nasıl eğitim sisteminde bir eşitlik ve kararlılık olduğu söylenebilir?
Demek istediğim aslında eğitim sistemini desteklemediğim yönünde, yazımın başındada dediğim gibi eğitim sistemi olmalıdır ancak bu eğitim sistemi (mevcut olan) tamamı ile başarısız, taraflı ve eksiklerle dolu kusurlu bir sistem olduğudur.
Keyif aldığım şeylerden biri olan yürüyüşe gelince; benim için yürüyüş tamamı ile üçe ayrılıyor.
Bu yürüyüşümde keyif almam için gereken şeylerde var tabi:
Bir yazımın daha sonuna geldim,
Kendinize iyi bakın.
Bu yazımda bahsetmek istediğim konu eğitim hayatım ve keyif aldığım şeylerden biri olan yürüyüş üzerine olacak.
Eğitim hayatımdan bahsedeyim öncelikle, lisede eğitim görmekteyim; en azından "eğitim" dedikleri şey içerisinde bulunan bir olarak bunu yorumlamaya hak görmekteyim kendimde.
Mevcut eğitim sisteminin tamamını gereksiz olarak görmekteyim, gördüğüm şey eğitimin gereksizliği değildir; eğitim sisteminin gereksizliğidir. Ancak bunu daha rahat açıklamak için sistem denen kavramdan bahsetmek gerekiyor.
TDK'nın sözlüğünde sistemin tanımı şu şekilde yapılmış;
"Düzen"
Peki düzenin kelime anlamı nedir? sorusuna ise TDK'nın sözlüğü şöyle cevap veriyor:
"Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuş olan durum, uyum, nizam, sistem"
Bu cevaba göre bir eğitim sisteminin var olma nedenlerinden biride eğitimi belli yöntem, ilke veya yasalara göre düzenleme, düzene sokma denilebilir.
Eğitimi düzene sokmak önemlidir çünkü eğitimin şekillendirdiği bireyler toplumda bulunacaktır. Yani topluma (-) bireyler eklenirse toplumdaki (-) miktarıda artacaktır elbette.
Peki yaptığımız bu tanıma uyan bir eğitim sistemi içerisinde miyiz? hiç sanmıyorum. Bireye önem veren, farklı görüşlere saygı gösteren mevcut bu eğitim sistemimiz yok.
Buna en basit örneği okullardaki din dersleri ile vermek mümkün. Din dersinin tam adı: "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" şimdi bu adı inceleyelim isterseniz,
Din Kültürü kelimesine baktığımda gördüğüm şey farklı toplumların kültürleri ile doğmuş, gelişmiş ve büyümüş, bir kültür sentezi niteliğine sahip dinler hakkında bilgi verilmesidir. Yani, Din kültürü ile bahsedilmek istenen şey dinler hakkında eşit ve adil bir yorumlamasız bilgi sunumundan ibarettir.
Ahlak bilgisine gelince, Ahlak kelimesinin TDK'nın sözlüğündeki anlamı şu şekilde: "Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları"
Bu anlama bakarak söyleyebileceğim şey aslında oldukça basit: "TOPLUM"
Birçok insana göre Ahlak tamamı ile "din" tarafından sağlanmış ve desteklenerek gelişmiştir. Bu durumda dini inancı az olan kişide ahlak az ve dini inancı olmayan kişilerde ahlak yoktur. En azından bu insanların fikri bu yönde, ancak din sözcüğünün anlamına baktığımızda işler biraz değişmekte: "Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet"
Din sözcüğünün TDK'nın sözlüğündeki anlamında toplumsal bir kurum olduğundan bahsedilmiş. İlginç olan ise kurum sözcüğünün anlamının bir kısmında "genellikle devletle ilişkisi olan yapı" sözcüklerinin geçmesi. Dinlerin toplumlarla ve doğal olarak devletle ilgisi olması son derece normaldir aslında. Dinlerin çıkış noktasıda baz alındığında aslında toplumun geliştirdiği kültürel sentezler yani dinler doğal olarak toplumun kurallarından (ahlak) etkilenecek ve ekleyecek şeyler alacak ve getirecektir.
Yaptığım bu analizin sonucuna gelecek olursam demek istediğim şudur: Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde bile Ateizm, deizm gibi görüşlerin kötü olduğuna ilişkin cümleler varken nasıl eşitlikten bahsedilebilir? Ahlak gibi en temel sistemlerin bile yer aldığı konuların bulunduğu dersler eşit anlatılmazken nasıl eğitim sisteminde bir eşitlik ve kararlılık olduğu söylenebilir?
Demek istediğim aslında eğitim sistemini desteklemediğim yönünde, yazımın başındada dediğim gibi eğitim sistemi olmalıdır ancak bu eğitim sistemi (mevcut olan) tamamı ile başarısız, taraflı ve eksiklerle dolu kusurlu bir sistem olduğudur.
Keyif aldığım şeylerden biri olan yürüyüşe gelince; benim için yürüyüş tamamı ile üçe ayrılıyor.
- Zorunluluktan yapılan yürüyüş
- Keyif için yapılan yürüyüş
- Zorunluluktan yaparken keyif alınan yürüyüş
Bu yürüyüşümde keyif almam için gereken şeylerde var tabi:
- Hayal dünyasına dalmam gerekli, bunun için yolum üzerindeki evler, evlerin bahçeleri son derece etkili olmakta.
- Çok yorgun olmamam gerekli, çok yorgun olduğumda yürüyüşümden keyif almam zorlaşacaktır.
- Üzücü bir olay yaşamam gerekli, mutluluk hormonu salgılamak için elbette üzülmemek daha iyi olur.
Bir yazımın daha sonuna geldim,
Kendinize iyi bakın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)